29 Mart 2012 Perşembe

TİYATROSUZ BİR YAŞAM


Tiyatrosuz bir yaşam, Yaşamsız bir tiyatro olmaz!


Bir sahne düşünün içinde bir sürü insan, bir yerden bir yerlere koşuşturan.Birbirlerini anlamı yetisinden uzak, yapancı... Çarpışma esnasında birbirlerini görmeyenler kolonisi desek kısaca. Hani o kadar uzak...Bir sahne düşünün yine bir yığın insan ama gözlerinin içine bakmaktan çekinmeyen, bir ‘pardon’demesini esirgemeyen yığınlar... Daha yakın demek yanlış kaçmaz sanırım. Peki şimdi soruyorum ben size : Hangi sahnede olmak isterdiniz?
Ben kendi fikrimi söylersem; ikinicisi. Çünkü küresel dünya projesiyle öyle yapancılaşmaya başıyoruz ki birbirimize, korkarım yakında sevdiklerimizi bile tanımayacağız. Her gün gazete manşetleri bir sürü ölümsel haberler ile dolu. Hayat giderek zorlaşıyor. Kimse kimseye iyilik yapmak istemiyor. İşte o zaman diyoruz ki ‘ Kim biliyor, kim yapancı, kim değil bu dünya da’... Tam da böylesi bir yumağın içinde kaybolurken, direnmemiz gerek diye düşünüyorum nefes alabilmek için. Sanatı unutmayalım. Diyorum. Yapancı olmamamız, başkalarını ötekileştirmememiz için. Onlarla ile bizler arasında fark sadece sözcükler ve tanımlardır. Bu zinciri kırmamızda sanat devreye girer, derim ben. Ne iyi etmiş eskiler, kişileri sahneye atmakla ve hayatı sahneleştirmekle. Belki böylece gözden kaçırdığımız olayların içine girmesini öğrendik. Öğrettiler bize. Güldürdüler, ağlattılar ve en önemlisi de düşündürdüler bizi. Bir de sahnenin ne denli etkiliyici ve vazgeçilmez olduğunu yaşattılar, yani her sabah yeni bir güne gözlerimizi açtığımız hayatın ne vazgeçilmez olduğunu tattırdılar.









ÇOCUK TİYATROSU


ÇOCUK TİYATROSU







Çocuklar toplumun vazgeçilmez bir üyesidir. Hepimiz çocukluk dönemini yaşamışızdır.Çocukların gelecekteki mirasçılarımızdır. Kuşkusuz onların gelişimindeki en önemli faktör aile ve bulundukları toplumun çevrenin özellikleridir. Çocuk doğdu andan itibaren bir araştırma içine girer gördüğü pek çok şeyi kavramaya çalışır. Toplum içinde kendini yavaş yavaş göstermeye başlar.

Sanat büyükten küçüğe tüm bireylerin yapısında varolan bir özelliktir. Çocuklarda bu özelliğin daha yaratıcı ve daha rahat bir şekilde ortaya konulduğu görülür. Çünkü onlar bir şeyler oluşturma kendinden katma ve yaratma çabası içindedir. Beğenilme ya da kötü bulunma kaygısı gözetmeden kendi hayal gücünü ortaya koyar ona göre yapılan her şey güzeldir. Resim, müzik, tiyatro gibi sanatsal faaliyetlerle çocuk kendisini daha iyi geliştirebilir. Yaparak ve yaşayarak öğrenme daha etkindir.

Sanatsal faaliyetler çocuk üzerinde olumlu bir etkendir çocuk böylece kendini daha iyi geliştirebilir. Sanatın tiyatro, resim ve müzik alanları çocuklar için bulundukları döneme uygun özellikte olmalıdır. resim ve müzik çocuğa tek bir yönde hitap ederken tiyatro hem görsel yönüyle olsun hem de estetiklik açısından farklı bir yere sahiptir.

Çocuk tiyatrosunun işlevlerini inceledikten sonra çocuk tiyatrosunun çocuğa en yakın sanat daları içinde yer aldığını görürüz. Tiyatro hem görsel hem de işitsel bir özellik taşıdığı için diğer sanat dalarından farklıdır. Bu özeliği ile tiyatro pek çok sanat dalını kapsayan bir niteliktedir. Diğer sanat dalarına oranla daha özgürdür.

Tiyatro kavramı üzerinde duracak olursak. Kelime olarak tiyatro Yunanca'da teatron görme yeri anlamına gelir. Kısacası dramanın gösterildiği binaya verilen addır. Tiyatro, konuşma, beden dili ve eyleme dayanan bir gösteri sanatıdır.

Tiyatro genellikle bütün sanatların en eskisi olarak tanımlanmaktadır. Toplum içinde gelişen ve toplumla bir bütünlük sağlayan yapıya sahiptir. İlk insanlar yaptıkları avları , tabiattaki bir takım olaylara verdikleri tepkileri, kendilerine özgü yaptıkları törenler ve bazı önemli ve toplulukların kaderini değiştiren olayların anlatılması esnasında geliştirdikleri birtakım gösteriler düzenlemeleri ile başlamıştır. Yani tiyatro insanoğlunun varolduğu dönemden bu yana gelmiştir.

Oyun ve tiyatro birbirine çok yakın kavramlardır. Tiyatronun kaynağında oynayan insan vardır. Oyun, insanın her döneminde nasıl vazgeçilmez bir olgudur. İnsanını yaşamının tüm evrelerinde, doğasında varolan oyun ve oynama isteğidir, insanı hem diğer sanatlardan hem de tiyatrodan yüz yılar boyu kopamamıştır. İnsanoğlu oyun ve oyamadan yüz yılar boyu kopamamıştır. Oyun ve oynama daha çocukluktun öğrenilir, çocuk oyunlarla büyüyerek gelişir, oyunla kendini ve dış dünyayı tanır. Oyun çocuğun toplumsallaşmasında en önemli etkendir.

Çocuk 12-18. aylarda nesneleri tutarak tanır. Daha sonraki aylarda ise nesneler artık olmasa da onları zihninde canlandırabilir ve onları sembolleştirebilir. Böylece çocuk taklit dönemine girer 2-7 yaş döneminde ise ancak basit hareketleri taklit eder daha sonra anne babayı ve çevresini inceleyerek gördüğü davranışları yansılar. Çocuğun tiyatroya yaklaştığı dönem su dönemdir. Çocuk başlangıçta basit nesnelerle oynamaya başlar daha sonra zamanla bunu geliştirir. Artık zamanla üzerinde oynadığı cisimlerle rol yapmaya başlar kendi tiyatrosunu yaratır. Kendi oluşturduğu gurupla oynamaya başlar ve tiyatroya ilk ilgi duymaya başladığı dönemdir. Şunu göstermektedir ki çocuk dış dünyayı kavramaya başlayıp önce taklit sonra da yaratma eylemiyle oluşturduğu oyunlarla, tiyatroya yaklaşmakta ve onu karamaya tiyatroya yönelmektedir.

Çocukta öğrenme çevresiyle olan kalıcı izli davranışlar sonucunda olur. Çocuk tiyatrosu, çocuk için davranışa dönüştürülebileceği yaşantılara olanak sağlayan bir ortam niteliğin de yorumlanabilir.

Çocuk seyirci olarak katıldığı tiyatro ortamında görerek bazı şeyleri kavrayabilir. Çocuk üzerinde toplumsal bir etkisi vardır. Siral Ülkü'nün de belirttiği gibi tiyatro oyunlarının çocuklar üzerindeki etkisi çocuklarda bazı mevcut davranışların ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı niteliktedir.

Oyun çocuğun doğal öğrenme aracıdır. Eğitimcilerimizden İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun okul tiyatroları üzerine yaptığı çalışmalar ve uygulamalarla da bunun üzerinde durmuştur. Ona göre çocukların tiyatro izlemesi ve hatta oyun çalışmaları yaparak çocukların sahnede alıştırma yaparak doğaçlamalar ile kendi yaratıcılığını ortaya çıkartması ve topluma ayak uydurmasını kolaylaştıracak bir unsurdur.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu çocukların kişilik gelişimleri ve kendilerini yetiştirmeleri açısından tiyatronun önemi büyüktür. Ona göre iyi bir eğitim ancak yaparak, yaşayarak ve çevresiyle bulunduğu etkileşimler ile etkili bir eğitim sağlanmış olur. Bunun için de çocuğun çevresini gözlemesi ve bunları kavrayıp örnek alması önemlidir. Tiyatro ile çocuğa verilmek istenen mesajlar gerçektende iyi aktarılırsa etkili olabilir.

Bandura; model öğrenme yapılan araştırma bulguları bu tür öğrenmenin üç tür etkisini ortaya koymuştur. Birinci etki gözlemsel öğrenme etkisini ortaya koymuştur. Yani gözlemciler başkalarının yaptığı davranışlara bakarak yeni kalıplar geliştirirler.

İkinci gurupta toplanan etkiler ise daha önce öğrenilmiş olan davranışlar gibi üzerindeki ketlemelerin artması ve azalması türündendir. Ketleyici etkilerin artması, modele görülen bazı davranışların cezalandırılmalarına bağlı olarak, seyircide aynı türdeki davranışların cezalandırılmalarına bağlı olarak , seyircide aynı türdeki davranışların veya genel olarak tepkilerin azalması biçiminde bir sonuç yaratır. Bandura ve Wheler yaptıkları deneylerde saldırganlıktan dolayı cezalandırılan modelleri gözleyen denklerde saldırganlık tepkilerinin azaldığı saptanmıştır. Bandura 1971'de yaptığı deneylerle fobi türünden görülen sorunlarda azalma olduğu saptanmıştır. Çocukların seyrettiği doktor, hastane, karanlık, köpek korkuları gibi korkuların azalmasında seyrettikleri çocuk oyunlarının olumlu etkisi olduğu gözlenmiştir. Ayrıca çocuk oyunlarındaki model davranışlar onun otoriteyi simgeleyen kişilerle de daha rahat ilişki kurabilmesine,girişimciliğinin artmasına etki yapabilecektir.

Model öğrenme çerçevesindeki üçüncü etki gurubu ise, daha önce öğrenilmiş ve üzerinde toplumsal yasak veya baskı bulunmayan tepkilerinin açığa çıkmasının kolaylaştırılması türündendir.

Çocuk tiyatrosunda dolaylı olarak yaşantı da çocukların taklit ve gözlemsel öğrenmeyle, içine yansıtma, kopya etme , modelin rolünü benimseme gibi süreçlerin hepsi bir modelle eşleşen davranışları oluştururlar. Taklit ve özdeşleşmeyi açıklayacak olursak

Çocukta oyun kavramı bebeklik döneminde başlar. Çevresini taklit etmeye çalışan çocuk kendi bedenin ve çevresini tanımaya çalışır. Piaget çocuktaki bu taklit bir uyum sağlama hareketi ise oyun bunu özümleme hareketidir. Yani birtakım şeyler artık tam olarak belli bir ölçüde de olsa kavranmaya başlamıştır. Artık karakter tahlili ile çocuk kendi hayal dünyasındaki kahramanı oluşturmaya başlar. Ve toplumda zamanla bir rol edinmeye çalışır bunu geliştirerek kendisini kabul ettirmeye çalışır. Oyunda elde ettiği sonuçlar ona zevk vermeye başlar ve bu onu neşelendirir. Çocuğun oyun kavrama temelini zevk alma duygusu oluşturur. Zamanla artık nesneleri amacı dışında kullanmaya başlar bunu imgelem gücüyle başarır. Çocuk için artık belli bir nesne normal kullanımından çıkmıştır kendi kurguladığı bir biçimde kullanmaya başlar. Çocukların imgelem gücü oldukça geniştir bu yüzden oldukça geniş uçlu düşünebilirler.

Piaget, oyunları zihinsel yapısı yönünden üç aşamaya bölmüştür. Bunlar sembolik,uygulamaya yönelik ve kurallara bağlı oyunlardır.

Kısacası şunu belirtmek gerekirse oyun çocuğun doğasında vardır bu onun yaşamında vazgeçilmez bir öğedir. Çocuklar oyunlarla fiziksel ve ruhsal gelişimini tamamlarlar. Çocuk oyunlarla kendini geliştirir girişkenlik ve doğalık kazanır.

Çocuğa yönelik seyirlik oyunların ilk oluştuğu yer uzak doğudur.M.Ö . 1000 yılarında iyi bir yer edindiği bilinen Çin gölge tiyatrosu , Hindistan ve Java'da ne zaman başladığı kesin olarak bilinmeyen gölge ve kukla tiyatroları biçim ve öz açısından çocuğa yönelik özellikler içermektedir. Uzak Doğunun gölge ve kukla oyunu gösterilerinin öz açısından çocuklara yakın olması, bu gösterilerin genellikle efsane , destan , mitolojik olay ve öyküleri içermesindendir.

Uzak Doğu tiyatro sanatı öz ve biçim yönünden çocuklara yönelik görülmemektedir. Çünkü gerek Çin gerek Hint ve Japon tiyatrolarının en belirgin ortak özelliği , anlatımın genellikle simgelere dayanmasıdır. Bu çocukların çok güç kavrayabilecekleri bir anlatım biçimidir. Tiyatro tarihi içinde çocuğa yönelik öğeleri ararken bugünkü anlamda ilk gelişmiş tiyatro olarak kabul edilen Antik Yunan Tiyatrosunda çocuğa yönelik öğelerin bulunmadığı görülür. Tragedya ve komedya yapıtlarından sonra çocuklar için hiçbir özel girişime rastlanmamıştır.

Ortaçağ dönemindeki çocuk tiyatrosunda ise , Hıristiyanlığı yaymayı ve öğretmeyi amaçlamış olan kilise oyunları vardır. Bu oyunların izleyicileri arasında çocukların ön sıralarda yer aldıkları ileri sürülmektedir. Ayrıca Ortaçağın çocuk tiyatrosu yönünden en ilginç özelliği , çocuk oyunculardan kurulmuş toplulukların ortaya çıkmasıdır. 13. yüzyıldan önce İngiltere de daha sonra Fransa ve Almanya da görülen "Çocuk Piskopos" şenliklerin çocuklara yönelik olması şaşırtıcı olmuştur.

Çocuk oyunculardan oluştuğu bilinen ilk topluluk İngiltere de St. Paul okulu öğrencilerinden kurulmuştur. Bu topluluk 1378 yılında bir Miracle (dinsel oyun) oynamıştır

Rönesans ile laik düşüncenin güçlenmesi sonucunda, tiyatro sanatı yeniden önem kazanmıştır. Çocuk tiyatrosu ile ilgili benzer çalışmalar 1558-1584 yılları arasında İngiltere de yapılmış olduğu görülmektedir. Yetişkinlere yönelik oyunlar yalnızca çocuklar tarafından oynanmıştır.

Çocuk tiyatrosunun gelişme gösterdiği bir diğer ülkede Sovyet Rusya'dır. Rusya'da ilk adım Stanislavski'nin sahneye koyduğu "Mavi Kuş" adlı oyun ile atılmıştır. 1921'de ilk yerleşik çocuk tiyatrosunu Natali Satz kurmuştur, 1943'lerde Sovyetler Birliğinde 14 ayrı dilde 140 tiyatroda çocuklara oyunlar sunulmuştur,

Batı Almanya'da 60'lı yılara kadar yönetmenler ve tiyatro sanatçıları .ocuk tiyatrosunu genel olarak hep ikinci planda tutmuşlardır. 1960 yılında bağımsız çocuk tiyatroları kurulmaya başlanmıştır, zamanla bağımsız çocuk tiyatrolarının ardından devlet ve kent yönetimine bağlı çocuk ve gençlik tiyatroları kurulmaya başlanmıştır. Bu kurulan tiyatroların en önemlileri Münih ve Düsseldorf'ta kurulmuştur. İlk olarak Batı Almanya'da 1977 yılında Jürgen Schwalbe'nin Hannover Yüksek Müzik ve Tiyatro okulunda kurduğu çocuk tiyatrosu gurubu büyük bir yenilik olmuştur. 1976'da Düsseldorf Tiyatrosu bünyesinde kurulan çocuk tiyatrosu, sadece tiyatro sahnelerinde değil aynı zamanda gençlik merkezlerinde ve çocukların oyun bahçeleri gibi yerlerde toplanarak değişik yerlerde gösteriler yapmışlardır.

Çocuk tiyatrosu üzerine pek çok yenilik yapılmıştır. Gerek devlet desteği ile olsun gerek kurulmuş özel gruplar ile yapılan çalışmalar iyi yönde gelişme göstermiştir.

Çocuk ve gençlik için kurulan Uluslar arası Tiyatrolar Birliği adını alan bir kuruluş oluşturulmuştur. Bu kuruluşa Avustralya, Federal Almanya, Demokratik Alman Cumhuriyeti, A.B.D., Belçika, Brezilya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İtalya, İspanya, İsrail, Kanada, Macaristan, Norveç, Peru, Portekiz ve Romanya gibi ülkeler katılmıştır.

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan batılaşma hareketi ile Türk tiyatrosu da batılı anlamda tiyatro etkinliklerine yönelmiştir. Tanzimat fermanından sonra Türkiye ye gelen bazı topluluklardan sonra seyircilerin ilgisini çekmeye başlamıştır. Çocuk tiyatrosu düşüncesi gündeme gelmiştir.

Cumhuriyet dönemi öncesi çocukların seyrettiği oyunlar geleneksel tiyatromuzun oyunları olan kukla, karagöz ve orta oyunları olmuştur. 17. yüzyılda III. Selim'in girişimiyle başlayan batılaşma hareketi sonucunda, batı anlamındaki tiyatro Türk aydınları tarafından da benimsenmiştir. Tanzimat döneminde tiyatro aydınlar tarafından siyasal ve toplumsallaşma için kullanılmıştır.

1908'de ilan edilen II. Meşrutiyetten sonra , tiyatronun olumlu etkisi ilk kez fark edilmiş ve okullarda tiyatro çalışmaları üzerinde durulmuştur. 1915 yılında, Maarif-i Umumiye Nezareti (Milli Eğitim Bakanlığı ) okular da sahne çalışması yapılması için "Mektep Temsilerinin Usul-i Tedrisi" başlığı ile bir yönetmelik çıkarmıştır.

Türkiye de çocuk tiyatrosu ile ilgili yapılan büyük gelişmeler. 1940 yılından itibaren anlamlı çalışmalar görülmeye başlanmıştır. Yetişkinlere yönelik bazı özel tiyatroların da çocuk oyunlarına da yer vermelerinin yanı sıra, sadece çocuk oyunları oynayan çocuk tiyatroları da kurulmuştur.

Tiyatroyla ilgili çalışmaların öncülerinden biri olarak eğitimci İsmail Hakkı Baltacıoğlu gelir. Okul tiyatrosu ve uygulama yöntemi konularında çok önemli görüşler ileri sürmüştür. Onun eğitimde tiyatrodan yararlanma, tiyatronun eğitici işlevi konusundaki görüşleri günümüzdeki çalışmalara ışık tutacak niteliktedir.

1965 yılında Assıtej adı altında bir örgüt kurulmuştur. Assıtej tiyatro sanatının, insanlar için evrensel bir anlatım biçimi olduğu bütün dünyada barışa hizmetle halk kitleleri arasında bir bağ kurulabileceği düşüncesinden hareketle, ayrıca çocuk ve gençleri eğitimindeki önemli rolü göz önünde bulundurularak kurulmuştur.

Temel amacı çocuk ve genç seyirciler için sanat düzeyi gelişmiş bir tiyatro sunmaktır. Bunun dışında başlıca amaçları şunlardır:

Etkinliklerini gençlik ve çocuk tiyatrosuna adamış kişileri ve kuruluşları bir araya getirmek.
Çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında tüm ülkeler arasındaki ilişkileri sağlamak ve karşılıklı deneyim alış verişini gerçekleştirmek.
Böylece sanatçıların eserlerinin tanınmasına, bu yolla kendi ülkelerinde olmalarını sağlamak.
Kişisel olarak ya da grup halinde inceleme yolculukları, yabancı ülkelerde turne programları düzenlenmesine destek sağlamak.
Çalışmalarını geçekleştirmek için ulusal ya da uluslararası yetkilere öneriler sunmak, bu önerileri desteklemek.
Çocuk ve gençlik tiyatrosu ile ilgili kişi ve kuruluşları bir araya getiren ulusal birliklere gerektiğinde bilgi yardımı yapmak.

Assitej, öncelikle profesyonel anlamda tiyatro kuruluşlarını bünyesinde toplamakla birlikte, sahne sanatlarıyla uğraşan diğer benzer uluslar arası kuruluşlarla da sıkı bir ilişki içindedir.

Çocuk oyunları da tıpkı diğer oyunlar gibi bir bildirisi olan , olayları , durumları , çelişkileri karakterleri birbiriyle ilişkili ve gelişen bir dramatik kurgu içinde ele alan , sahnede seyirciyle birlikte yaşanarak gerçekleştirilen bir sanattır. Seyirci olarak çocuklar hedeflenir. Çocuklar yetişkinlerden farklıdır. Bu nedenle öncelikle çocukların özelliklerini göz önüne almak gerekir.

Çocuk tiyatrosunun amacı çocuğun eğitimine, gelişmesine ve eğlenmesine katkıda bulunmaksa seyircisini iyi bilmesi onu iyi tanıması gerekir. İnsanı canlıların en üstünü yapan zihin yapısı onu çevresiyle en etkin biçimde ilişkiye girmesini de sağlamaktadır.

Zihinsel gelişim alanında en önemli kuramları koymuş olan Jean Piaget çocuğun doğduğu andan başlayarak zihnin gelişmeye başladığını ve ancak 13 yaşından sonra bir yetişkin gibi soyut bir biçimde düşünebileceğini ortaya koymaktadır. Çocuk tüm zihin yapılarını eyleme koyup denemeler ve tekrarlarla geliştirmektedir. Bu dönem dilin öğrenilmeye başladığı dönemdir. Artık ilk cümleler kurulmaya başlanmıştır.

Çocukların zihin gelişimine bağlı olarak oyunlarının gelişimini inceleyecek olursak

Piaget'in zihin kuramına göre çocuk 4 aylık olduğunda görme ve dokunma işlevleri birlikte çalışmaya başlar. Çevresini baktığına dokunarak baktığı her hareketi tekrarlayarak anlamaya çalışır. Piaget'e göre çocuğun çevresinde gördüğü hareketleri tekrarlaması bir tür oyundur. Bu işlevsel hoşlanmadır çocuk bu yola çevresini öğrenebilir ve bu bir oyundur. 12. ve 18. aylar içinde çocuk sistemli ve aktif bir deneyicidir. Çocuk nesneleri kavramaya başlar hatta nesne gözünün önünde yoksa bile varmış gibi düşünebilir. Piaget bu zihin delişimi dönemine duyu hareket dönemi demiştir. Bu dönemin sonunda çocuk nesneleri zihninde çizmeye başlamış ve böylece taklit, sembolleşme dönemine girmiştir.






GÜNÜMÜZDE TİYATRO



GÜNÜMÜZDE TİYATRO
Günümüz dünya tiyatrolarında “gerçekçilik” akımı ve sahne düzeniyle oyunculukta Rus Stanislavski’nin “tabiici” anlayışı devam etmektedir. Ancak, karşı akımlar bu “gerçekçi, sahici dekor ögeleri” yerine tecrübi tiyatroyu uygulamaya koymuşlardır (İsveçli tasarımcı Adolphe Appia, İngiliz yönetmen Gordon Craig).

Tecrübi tiyatroda; yalın-basit bir sahnede, dramatik sahneler jestlerde toplandı ve çok özel bir ışıklandırma yöntemi kullanıldı. Artık tiyatro ve oyunculuk, tamamen sembolik bir düzenden ibaretti: Buna“soyutlamaya dayalı(mücerret, abstre) dışavurum anlatımı” dendi. Craig’in takipçisi “gerçekçi” Rus Meyerhold ise oyuncuyu kişiliksiz, süper-kukla (biyomekanik oyuncu) durumuna soktu. Aynı “gelecekçilik” akımı İtalya’da da etkili oldu. Makinayı ve mekaniği bir inanç haline getiren “İtalyan gerçekçileri” seyirciyle oyun arasındaki gizli duvarı yıkmaya yönelik, kışkırtıcı oyunlar sergilediler.

Modern tiyatro, Almanya’da “dışavurumculuk” biçiminde ve aşağı yukarı aynı anlayıştadır. Yine rûhi gerilimler ve iç çatışmalar sahnede yer alır (Ernst Toller; Makina Kırıcıları, 1922). Yahûdi asıllı, Alman oyun yazarı Bertholt Brechth (1898-1956) siyasi ve marksist anlayışını epik tiyatro türüyle ortaya koyar. Epik tiyatroda oyuncu, belli bir bildiriyle ortaya çıkar. Dekor, seyirciyi uyaracak biçimdedir. Oyuncuyla-seyirci arasındaki tartışma ortamı daima canlı tutulur. Seyirci, mizah yoluyla düşünmeye yöneltilir. Bu tür tiyatronun Türkiye’deki ilk tatbikçileri 1960’lı yıllarda eserlerini veren Haldun Taner ile Vasıf Öngören’dir. Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı; Vasıf Öngören’in Asiye Nasıl Kurtulur, Oyun Nasıl Oynanmalı eserleri epik tiyatroya ait oyunlardır. (Bkz. Haldun Taner)

Modern tiyatroda duygu yanılmasına, edebi anlatıma bir tepki olarak “belgesel tiyatro” veya “olgu tiyatrosu” doğmuştur. Bu tiyatroda anlatılan vak’a, fazla değiştirilmeden, belgelerle ortaya konulur.

Çağdaş tiyatroda bir diğer gelişme de uyumsuzluk tiyatrosu’nun ortaya çıkışıdır. Bu tiyatro karamsarlık, kadere karşı geliş, şaşkınlık gibi ve endişeler içinde kıvranan insanoğlunun hakiki inançtan uzak ruh hallerinin sahnelere yansımış şeklidir. Bazı Avrupalı ve Amerikalı oyun yazarları, insanın durumunun saçma ve gayesinin boş olduğu inancını savunurken, tam bir inançsızlığın da savunucusudurlar. Hiçbir hedef gözetmezler; hayatı boş görürler; şaşkın ve endişelidirler. Bu sebeplerden dolayı “uyumsuzluk tiyatrosu”nun diğer adı “saçma, abesle uğraşma, olmayacak işler” manasında ifadesini bulan absürd tiyatro’dur. Samuel Beckett (1906-1989, İrlandalı), Eugéne Ionesco (Fransız), Arthur Adamov (1908-1970, Rus), Harold Pinter (İngiliz) bu karamsar türün birkaç yazarıdır. Uyumsuzluk tiyatrosunda dil bozuk, tekrarlı ve ilgisiz konuşmalar, felsefi endişeler çoktur. Gerçeküstücü (sürrealist), varoluşçu (egzistinsiyalist), dışavurumcu (ekspresyonist) akımların ve Franz Kafka (1883-1924)nın etkisi açıkça görülür.








TİYATRONUN ÖNEMİ

TİYATRONUN ÖNEMİ



Tiyatronun toplumların gelişimindeki payının farkında olan gelişmiş Avrupa ülkelerinde liselerde ders olarak okutulmasının nedenini açıklamamıza fazla gerek yok. Peki ülkemizde sanat eğitiminin durumu ne? İlk öğretim ve lise düzleminde ele aldığımız da sorun içler acısı bir hal almış vaziyette. Müzik ve resim derslerinin sadece boş dersler olarak görüldüğü bir eğitim sisteminde tiyatro ise neredeyse hiç yer etmiyor. Her yıl onlarca tiyatro bölümü öğrencisi mezun olmasına rağmen, nedense liselerde azda olsa gerçekleştirilen tiyatro çalışmalarını edebiyat-türkçe öğretmenleri yapmaya çalışıyor. Bir bilim dalı olarak gelişen tiyatro, edebiyat alanından değerlendirildiğinde dar bir çerçevede yanlış örneklendirmelerle ele alınıyor. Sahne dilinden ve tiyatro göstergebiliminden habersiz olan bu öğretmenler iyi niyet çabalarını bilgisizlikleriyle sonu kötü deneyimlere itmek durumunda kalıyorlar. Yaratıcı drama kavramının popülerleşmesi ile beraber bu alanda niteliksiz insanlar ders vermeye başlıyor. Ülkemizde her mesleğin bir oto kontrol mekanizması olmasına rağmen bu alanlarda mesleki bir kriter oluşabilmiş değil. Prof. Dr Özdemir Nutku’nun tiyatronun eğitim sürecindeki önemi hakkındaki öneri ve eleştirileri yıllardır değerlendirilmiyor. Zaten hakim siyasal yapıdan bunu beklemek çözüm değil. Ancak az da olsa buna önem veren resmi ve sivil kuruluşların sanata ve özelliklede tiyatroya gereken desteği ve değeri vermesi bir zorunluluktur. Halk evleri ile başlayan büyük kültür devrimin yarım kalmasını sadece karşı devrim sürecine bağlanmamalı, aydın ilerici kesimin sorunu kendisi açısından da değerlendirmesinin gerekliliği unutulmamalıdır. Günümüzde Halk Eğitim Merkezleri ile az da olsa devam ettirilmeye çalışılan kültür hamlesi her ilçedeki demokrat ve ilerici çevrelerin desteği ile güçlendirilmelidir. Gençlik yaşadığı çıkmazlardan sanatın yönlendirici ışığı ile çıkmayı beklemektedir. Önemli olan bu imkanları onlara sunabilmektir. Yoksa durum 70’ler de Necmettin Erbakan’ın MNP’nin bir seçim konuşmasındaki gerçeğe dönüşebilme tehlikesini yaşayabilir. – “İktidara geldiğimizde öncelikle Bale ve tiyatro gibi okullarını kapatacağız. Ve futbola sınırlandırma getireceğiz” takkıyecilere aldanmayın...onların tiyatrosu da, futbolu da iktidara hizmet etsin diye kullanılan araçlar konumundadır.



http://www.tiyatrodunyasi.com/makaledetay.asp?makaleno=965  adresinden alındı.



TİYATRONUN KÖKENİ



TİYATRONUN KÖKENİ 
Tiyatro da başka sanatlar gibi dinsel törenlerden doğmuş, sonra dinden bağımsızlaşarak sanatlaşmıştır. Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. Avrupa'da Üst Paleolitik Çağdan (İ.Ö 40-10 bin yıl önce) kalma mağara resimlerinde, ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirmiş insanların ritmik hareketler yaptığı görülmektedir. Bunlar, maske ve köstüm kullanımının, dolayısıyla tiyatronun ilk örneği sayılır. Maske, kişinin kendi kimliğinin aşarak başka kimlikleri ve daha genel varlık biçimlerini temsil etmesinin en etkin yollarından biridir. 
İlkel toplulukların animist inançlarına göre, yinelenen doğal olayların ruhları, kişilikleri vardı; bu kişiler, sonradan tapınma nesnelerine, tanrılara dönüştü.  
İnsanlar, belli zamanlarda yapılan törenlerde bu tanrıları temsil eden maskelere bürünerek kendi yaşamlarını etkileyen doğa olayları üzerinde denetim kurmaya çalıştılar. Yağmur yağdırmak ya da avda başarılı olmak için yapılan törenler danslar, Kurallı oyunun ilk örneğiydi. Eski inançların hemen hepsi görülen "ölme ve yeniden dirilme" teması da, insanlara verdiği kılık değiştirme ve kişileştirme olanaklarıyla, tiyatronun çıkış noktalarından biriydi. Mevsimlerin dönüşü, kışın bahara dönüşmesi gibi yinelenen doğa olayları, eski yılı temsil eden kralın yeni yılın kralın karşısında yenik düştüğü bir törensel boğuşmayla temsil ediliyordu.  
Başlangıçta canlı insanların kurban edildiği bu boğuşma ve ölümler zamanla simgeleşti, iki ayrı gücün çatışması da yerini tek bir gücün ölüm ve yeniden dirilme törenine bıraktı. 
Bazı başka kuramlara göre ise tiyatronun kaynağı şamanist inançlardır. Şamanist törenlerin özelliği, izleyici ya da katılımcılara, tanrısal gücün simgesi yerine kendisini göstermesiydi. Bu törenlerde belirli kurallara uygun davranışlarla kendinden geçen şaman, öte dünya ile bu dünya arasında bir aracı rolü üstlenmektedir. 
Tiyatro, bugün de kökenindeki bu iki eğilimin izlerini taşır, bu iki eğilim arasındaki gerilimden güç alır: Bir yanda doğa güçlerini simgesel olarak canlandırma, temsil etme işlevi; öte yanda, doğaüstü güçlerin görünmesine aracılık etme işlevi. 
Doğaya öykünme kuramına göre, tiyatronun en önemli öğesi kılık değiştirmedir.